26.9.07

I am the "who" when you call who's there

Boys and girls of every age

Wouldn't you like to see something strange?

Come with us and you will see

This, our town of Halloween

This is Halloween, this is Halloween

Pumpkins scream in the dead of night

This is Halloween, everybody make a scene

Trick or treat till the neighbors gonna die of fright

It's our town, everybody screm

In this town of Halloween

I am the one hiding under your bed

Teeth ground sharp and eyes glowing red

I am the one hiding under yours stairs

Fingers like snakes and spiders in my hair

This is Halloween, this is Halloween

Halloween! Halloween! Halloween! Halloween!

In this town we call home

Everyone hail to the pumpkin song

In this town, don't we love it now?

Everybody's waiting for the next surprise

Round that corner, man hiding in the trash cam

Something's waiting no to pounce, and how you'll...

Scream!

This is Halloween

Red 'n' black, slimy green

Aren't you scared?

Well, that's just fine

Say it once, say it twice

Take a chance and roll the dice

Ride with the moon in the dead of night

Everybody scream, everbody scream

In our town of Halloween!

I am the clown with the tear-away face

Here in a flash and gone without a trace

I am the "who" when you call, "Who's there?"

I am the wind blowing through your hair

I am the shadow on the moon at night

Filling your dreams to the brim with fright

This is Halloween, this is Halloween

Halloween! Halloween! Halloween! Halloween!

Halloween! Halloween!

Tender lumplings everywhere

Life's no fun without a good scare

That's our job, but we're not mean

In our town of Halloween

In this town

Don't we love it now?

Skeleton Jack might catch you in the back

And scream like a banshee

Make you jump out of your skin

This is Halloween, everyone scream

Wont' ya please make way for a very special guy

Our man jack is King of the Pumpkin patch

Everyone hail to the Pumpkin King

This is Halloween, this is Halloween

Halloween! Halloween! Halloween! Halloween!

In this town we call home

Everyone hail to the pumpkin song

La la-la la, Halloween! Halloween!

24.9.07

i am dead already


hah
hah hah hah hah
ha ha ha ha ha ha ha ha ha
dur... kaçma...
benim de gözlerim vardı bu boşluklarda
parça parça kurtların yediğine bakma
ne ateşli dudaklar değmişti dudaklarıma
komik mi? hah ha ha...
korkunç değil mi? korkunç...

hah
hah hah hah hah
bu mezar, işte bu benim yatağım
bunlar da kurtlar...
etlerimi yemek için sabırsızlanıyorlar
bu toprakları siz attınız üzerime
dün sizlerleydim daha caddelerde
bugün ölülerle...

yooo, yooo, yooo, yooo,
ben ölü değilim
yoo, yoo, yoo, yo, yo, yo, yo,
hayır, hayır, hayır, hayır
istemiyorum bu sandığı
ne olur bu kadar ağır betonlarla kapatmayın üzerimi
dayanamam
yoo, yoo, yoo, ne olur kıymayın bana

26 Subat 1961

dağ gibi ateşler yakıyorlar geceleri
gölgeler oynaşıyorlar
mezar taşlarımı ne?
yoksa onlar mı?
ben ellialtıncı parselden kaçtım buraya
ordan, sizin gömdüğünüz yerden
hah, ha, ha, ha, hah, hah, ha, ha, ha, ha
kurtlar aç kaldı, şimdi çukurda
zavallı kurtlar.

yine birini yakıyor olmalılar, bakın... bakın...
çığlıklar... çığlıklar... çığlıklar...
bizimkilerin çığlıkları, ölülerin...
hah ha hah hah ha ha ha ha hah ha ha ha ha
dedim size biri yanıyor yine
bir eğlence var
birazdan bu çığlıklar benim için atılacak

sahi ben, ben nerden geldim buraya?
bütün duaları unuttum...
peki siz siz kimsiniz? ya bu aydınlık?
bu toz toprak, bu çiçek kuruları üzerimde...
şu yara, şu başımdaki...
sahi, sandukamı çakarken kafatasıma saplanmıştı çivileri.
acemi mezarcılar...
ama benim başım acımazki, ben ölmem ki... hah hah ha ha ha ha

bu gün tam kırkıncı günüm,
didik didik etti kurtlar ellerimi
dokunsanız ellerinizde kalacak
gözlerim, burnum, dudaklarım...
dişlerim koptu yerlerinden.
ben toprağım, ben kemiğim, ben kurdum,
ha ha ha ha ha ha ha ha ha ha
ben ölüyüm.

yılanlar doğuşuyor mezarımda kurtlarla kımıl kımıl
etim çok semiz olmalı...
yoksa dudaklarımı mı paylaşamıyorlar?
ne dersiniz? bir zamanlar kadınlarda paylasamazdı da

bir kış günü yatırdılar beni buraya
hepiniz kalın giyinmiştiniz.
ama ben çırılçıplaktım
ne komik degil mi?
çırılçıplak...
ha ha ha ha ha ha ha
kefen dahi giydiremediler üstüme
param yoktu ki...

tüm adabını öğrendim yer altının
tüm törelerini,
alıştım da.
etlerim parçalanıp düştükçe toprağa
daha da alışıyordum.

ama geceleri korkuyorum yalnızlıktan
yalnızlıktan korkuyorum... oooooooh hah hah ha ha ha ha ha ha
onun için beyaz beyaz geziniyorum rüyalarınızda arasıra
korkuyorum... korkuyorum... korkuyorum...
ne olur beni de alın, beni de alın, beni de alın
geceleri aranıza.

21.9.07

Lift up the reciever I'll make you a believer

Odamda oturmuş bir yandan otuz sekizliğimi temizliyor, bir yandan da gelecek işimin ne olacağını tahmin etmeye çalışıyordum. O anda odamın kapısı açıldı ve Heather Butkiss adındaki uzun ve sarı saçlı bir afet içeri girdi. Üzerinde elbise diye giydiği kısa etek ve dapdar bluz, derin düşünme halindeki bir mandaya bile kalp krizi geçirtebilirdi.

"Senin için ne yapabilirim bebek?"

"Bana birini bulmanı istiyorum."
"Yitik biri ha? Polise gittin mi?"
"Pek sayılmaz Bay Lupowizt."
"Bana Kayzer de bebek... Peki, ne iş?"
"Tanrı."
"Tanrı mı?"
"Evet, Tanrı. Yaradan, Varoluş nedenimiz, Yücelerin yücesi. Bana onu bulmanı istiyorum."

Daha öncede böyle garip müşterilerim olmuştu; ama vücudu böyle olan bir müşteriyi dinlememezlik edemezsiniz.


"Neden"

"Orası benim sorunum Kayzer. Sen yalnızca bul."
"Üzgünüm bebek. Yanlış adama geldin."
"Ama neden?"
"Her şeyi bilmeden..." dedim kalkarken.
"Peki, peki" dedi, alt dudağını dişleyerek. Çorabının lastiğini düzeltti. Ama bu blöfü görmeyecektim.

"Haydi bebek, baştan başlayalım."

"Şeyy...aslında ben çıplak model filan değilim."
"Yaa?"
"Dahası, adım da Heather Butkiss değil. Adım Claire Rosensweig ve Vassar' da öğrenciyim. Felsefe bölümünde. Batı felsefesi tarihi filan... Ocak ayına kadar bitirmem gereken bir ödevim var. Batı dinleri üzerine. Sınıftaki bütün çocuklar kafadan bir şeyler yazacaklar; ama ben gerçekten bilmek istiyorum. Profesör Grebanier eğer ödevi beğenirse sınıfı geçireceğini söyledi. Ve babam da sınıfımı geçersem bana bir Mercedes vaat etmişti."

Bir paket sigara ve bir paket ciklet açıp ikisinden de birer tane aldım. Olay ilgimi çekmeye başlamıştı. İlginç konular. Zeki bir kadın ve o kadının daha iyi tanımak istediğim vücudu...

"Tanrı nasıl bir şey?"
"Hiç görmedim ki?"
"O zaman var olduğunu nerden biliyorsun?"
"Var olup olmadığını bulmak ta senin işin."
"Harika! Nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyorsun, öyle mi? Nerede bulabilirim onu?"
"Bilmem. Gerçekten bilmiyorum. Ama her yerde olduğunu söylüyorlar. Yerde, gökte, çiçekte.. sende, bende... şu sandelyede."

Aha! Demek panteistti. Bunu aklımın bir köşesine not ettim. Günde yüz dolar, artı tüm giderler ve bir akşam yemeği randevusuna işi bir deneyeceğimi söyledim. Onayladı, anlaştık. Asansörde birlikteydik inerken. Dışarda hava kararıyordu. Tanrı belki vardı, belki de yoktu; ama bu kentte bu yerlerde benim onu bulmama engel olmaya çalışacak birilerinin olduğundan emindim.


İlk olarak Rabbi Itzhak Wiseman'a gittim. Bizim sinegogda görevli bir hahamdı ve bir keresinde şapkasının içine krema dolduran birilerini yakaladığım için bana bir iyilik borçluydu. Onunla konuşurken birden korktuğunu farkettim. Gerçekten korkmuştu.

"Tabi ortada bir şeyler dönüyor; ama ben onun adını bile boş yere anamam. Adı boş yere anıldığı zaman çok kızar, beni öldürebilir." Adı konusunda bu kadar alıngan birine hiç rastlamamıştım.

"Siz hiç onu gördünüz mü?"
"Tanrı' yı mı!?.. Bana ara sıra da olsa torunlarımı gösteriyorlar diye ben kendimi şanslı sayıyorum!"
"O zaman var olduğunu nerden biliyorsunuz?"
"Nerden mi biliyorum? Bu ne biçim soru? Eğer yukarıda biri olmasa böyle bir elbiseyi on dört dolara olabilir miydim sarıyorsun? Baksana... gabardin üstelik."
"Başka bir dayanağınız var mı?"
"Dayanak mı Tevrat'a ne dersin? O ne ha? Yemek kitabı filan mı? Musa' nın İsrailoğullarını Mısır'dan nasıl çıkardığını sandın? Şarkı söyleyip dans ederek mi? İnan bana, Kızıl Deniz'i ortadan ikiye ayırmak her babayiğidin harcı değildir! Güç ister."
"Güçlü, desene."
"Evet... Çok güçlüdür. Aslında yaptıklarını gören onu daha tatlı biri olarak düşünüyor ."
"Nasıl oluyorda onun hakkında bu kadar çok şeyi biliyorsun?"
"Çünkü biz seçilmiş insanlarız. Bize bütün çocuklardan daha iyi bakar, bir gün onunla bu konuyu tartışmak istiyorum zaten..."
"Seçilmiş insanlar olmak için ona kaç para verdiniz?"
"Orasını karıştırma.."

İşte böyle. Yahudilerin Tanrı'yı tutmak için bir çok nedenleri vardı. Eski bir koruma mekanizmasıydı işleyen. Parayı al, kulunu koru. Ve Rabbi Wiseman'ın konuşlarından anladığım kadarıyla Tanrı, Yahudileri iyi soyuyordu doğrusu. Bir taksiye atladım ve onuncu caddedeki Danny'nin Bilardo Salonuna gittim. Yönetici ince, kısa ve hoşlanmadığım bir tipti.

"Şikago Phil burada mı?"
"Soran kim?"

Yakasına yapıştım ve burnuna doğru konuştum.


"Konuşsan iyi olur böcek."

"Arkada" dedi ani bir tavır değişikliğiyle.

Şikago Phil. Kalpazan, soyguncu, fedai ve ayan beyan Tanrı tanımazdı.


"Öyle biri hiç olmadı, Kayzer. İşin doğrusu bu. Kocaman bir yalan bu, herkesi kandırıyorlar. Koca oğlan diye biri yok. Bir yalan şebekesi bunlar. Çoğu sicilyalı. Uluslararası bir şebeke. Belli bir liderleri yok.. Şeyy... belki de papa' dır... lider yani..."
"Papayla görüşmek istiyorum o zaman!"
"Ayarlarız" dedi göz kırparak.
"Claire rosenweig adı senin için bir şey ifade ediyormu peki?"
"Hayır."
"Heather Butkiss?"
"Bir dakika... Tabii! Radcliff' teki çocukların oksijen peroksit işinde o da vardı."
"Radcliff mi? Bana Vassar demişti."
"O zaman yalan söylemiş. Radcliff' te öğretmendir. Bir süredir bir filozofla çıkıyordu."
"Panteist miydi adam?"
"Hayır. Amprisist... galiba... işe yaramaz biri! Ne Hegel' i nede diyalektik motodolojinin hiç bir adamını tutmadığını duymuştum..."
"Hiç birini mi?"
"Hiçbirini. Bir caz üçlüsünde davulcuymuş bir zamanlar. Sonra kafayı mantıksal pozivitizm'e takmış. En son, Colombia Üniversitesinde bir seri Schpenhauer dersi almak için bir soyguna karıştığını duymuştum. Okuldakilerde onu arıyorlar; ders kitaplarını satıp okul harcını onunla ödeyecekmiş."
"Sağol Phil."
"İnan bana, Kayzer. Yukarıda kimse yok. Yalan bu. Bir an için doğa üstü bir varlığa inansaydım bütün bu işleri yapıp, toplumun anasını satarmıydım sanıyorsun? Evren tamamen fenomenolojik bir olgu. Hiç bir şey sonsuz değil. Her şey anlamsız. Yaşam tamamen absürd."
"Sabahki yarışın üçüncü ayağını kim kazandı?"
"Santa Baby."

O'Rouke' un orada bir bira içerken olanların bir muhasebesini yapmaya çalıştım. İşler karışıktı. Socrates intihar etmişti... ya da öyle olduğunu söylüyorlardı. İsa öldürülmüştü. Nietzsche ise delirmişti. Eğer yukarıda biri varsa bile, kimsenin bunu bilmesini istemiyor gibiydi. Peki Claire Rosensweig neden Vassar konusunda yalan söylüyordu? Descartes haklı olabilirmiydi? Yoksa Kant, Tanrı' nın varlığını ahlaksal anlamda kanıtladığında on ikiden mi vurmuştu?
O akşam, yemeği Claire' le birlikte yedik. On dakikalık bir girizgahtan sonra yatağı boyladık ve artık Batı Felsefesi Tarihi filan umurumda değildi. Tia juana Olimpiyatları'nda jimnastik dalında ödül kazanabilecek her türlü pozisyonu biliyordu. Sonra, yanıma yattı. Saçları yastığın üzerine dağılmıştı. Çıplak vücutlarımız hala birbirlerine dolanıktı. Ben sigara içiyor ve tavana bakıyordum.

"Claire, ya Kierkegard haklıysa?"

"Nasıl yani?"
"Ya Tanrı kavranabilecek değil de yalnızca inanılacak bir varlıksa"
"Bu çok absürd, ama..."
"Bu kadar akılcı olma."
"Kimse akılcı olmuyor, Kayzer." Bir sigara yaktı. "Ontolojik olmayı bırak. Şimdi olmaz. Bu saatten sonra ontolojikliği kaldıramam."

Çok üzgündü. Uzanıp onu öptüm, telefon çaldı. Açtı.


"Sana."


Arayan cinayet masasından Çavuş Reed'di.


"Hala Tanrı' yı arıyormusun?"

"Evet."
"Yaradan, Var Oluş Nedenimiz, Yücelerin Yücesi Rabbimiz mi?"
"Doğru."
"Şu anda morgda bu tanıma tamamiyla uyan biri var. Gelip bir baksan iyi olur."

Gerçekten de oydu. Ve suratına bakılırsa, işi yapan profesyonel biriyiydi.


"Getirdiklerinde ölmüştü."

"Nerede buldunuz onu?"
"Delancey Caddesi'ndeki bir hangarda."
"İpucu filan?"
"Bir varoluşçunun işi. Bundan eminiz."
"Nasıl emin olabilirsiniz ki?"
"Sistemli bir iş olmamış. Ani bir itkiyle yapılmış."
"Yani, bir tutku suçu mu?"
"İyi bildin. Yani, sen de zan altındasın Kayzer."
"Ben mi?"
"Buradaki herkes senin onun sahip olduğu bazı şeylerin peşinde olduğunu biliyor."
"Ama bu, beni katil yapmaz ki!"
"Belki, ama zanlı yapar."

Dışarıya çıktığımda derin bir nefes aldım ve kafamı rahatlatmaya çalıştım. Bir taksi tutup Newark'a, oradan da bir blok yürüyüp Giardino' nun İtalyan Lokantası' na gittim. Orada, siyah bir masada beni bekliyordu. Majesteleri Papa. Yanında iki adam ve çevresinde bir düzine polis vardı.

"Otur" dedi, yediği spagettiden kafasını kaldırarak. Elini uzattı. Otuziki dişimle sırıttım, ama öpmedim. Suratı asıldı ve bu benim hoşuma gitti. Bir puan almıştım.

"Biraz spagetti ister misin?"

"Hayır efendim, siz yiyin."
"Biraz salata."
"Daha yeni yedim."
"Kendin halledersin. Biliyormusun, burada nefis Rofkor peyniri servisi yapıyorlar. Bizim Vatikan' da nerede böyle yemek!"
"Sadede gelelim efendim. Ben Tanrı' yı arıyorum."
"Tam adamına geldin."
"Yani, öyle biri var mı?" Bu lafım herkesin hoşuna gitti ve güldüler. Yandaki adamlardan biri "Ne hoş! Zeki çocuk, Tanrı' nın var olup olmadığını soruyor" dedi.

O anda sandelyemi düzelttim ve nedense deminki adamın küçük ayak parmağı birden sandalyenin ayaklarından birinin altında kalıverdi! "Pardon" dedim; ama adam kıpkırmızı olmuştu bile.


"Tabii ki var Lupowitz ve ben onunla iletişim kurabilecek tek insanım. O yalnızca benimle konuşur."

"Neden yalnızca seninle?"
"Çünkü benim kırmızı cübbem var."
"Şu üstündeki mi?"
"Çek elini. Her sabah kalkar kalkmaz bu kırmızı cübbeyi giyiyorum ve o anda tamam! Patron benim! Sorun giyside. Aslında, kot pantolon ve spor ceket giysem de beni tutuklayamazlardı. Bu, dinen yasak biliyorsun."
"O zaman yalan. Tanrı yok."
"Bilmiyorum. Zaten ne fark eder? Maaş var ya! Üstelik oldukça iyi."
"Hiç kırmızı cübbenizin çamaşırhanede gecikebileceğini ve birden bizim gibi sıradan bir insan olabileceğinizi düşündünüz mü?"
"Tek günlük, hızlı servislerle çalışırım ben. Belki bir kaç sent pahalıya geliyor; ama en azından güvenli."
"Claire Rosensweig adı sizin için bir şey ifade ediyor mu?"
"Tabii. Bryn Mawr' un bilim bölümünde çalışır."
"Bilim mi? ... Sağolun."
"Ne için?"
"Yanıt için efendim." Bir taksi tuttum ve George Washington Köprüsüne doğru yola çıktım. Yolda ofisime uğradım ve bir-iki ayrıntıyı gözden geçirdim. Claire' in evine giderken parçaları kafamda birleştirdim ve ilk kez uydular. Eve vardığımda üzerinde ince bir gecelik vardı ve canı sıkkın görünüyordu.

"Tanrı öldü. Polis buradaydı az önce. Seni arıyordu. Bir varoluşçunun işi olduğunu söylüyorlar."

"Hayır bebek. Sen yaptın."
"Ne? Şakanın sırası değil. Kayzer."
"Sen yaptın" dedim.
"Ne diyorsun sen?"
"Sen bebek. Heather Butkiss değil. Claire Rosensweig de değil... Sen, doktor Ellen Shepherd!" "Adımı nerden biliyorsun?"
"Byrn Mawr' da fizik öğretmeni olduğunu da biliyorum. Orada kürsü elde eden en genç profesörsün sen. Kış ortasında o felsefe meraklısı caz müzisyeniyle tanıştın. Ama evliydi ve bu bile sana engel olamadı. Bir kaç eğlenceli geceden sonra aşık olduğunu düşünmeye başladın. Ama olmadı; aranızda başka bir şey vardı. Tanrı. Görüyorsun bebek, o inanıyordu ya da inanmak istiyordu; ama sen o bilimsel beyninle kanıtlar aradın."
"Hayır Kayzer, yemin ederim..."
"Belli engelleri ortadan kaldırmak için kendine felsefe öğrencisi süsü verdin. Socrates' tan kurtuldun ama bu kez Descartes başına bela oldu. Ondan kurtulmak içinse Spinoza' dan yararlandın. Kant' ın da senden farklı düşündüğünü görünce, onu da ortadan kaldırman gerektiğini düşündün..."
"Ne dediğini bilmiyorsun sen!"
"Leibnitz' i kıyma haline getirdin; ama biri Pascal' a inanacak olursa, işin bitikti. Öyleyse ondan da kurtulmalıydın. İlk hatanı burada yaptın işte: Martin Buber' e güvenmemeliydin. Yumuşaktı o. Tanrı' ya inanıyordu... Senin için yapılacak tek şey kalmıştı: Tanrı' nın kendisinden kurtulmak!"
"Kayzer, sen delisin'"
"Hayır bebek! Ona yaklaşmak için panteist gibi davrandın. Birlikte Shelby' nin partisine gittiniz ve Jason' ın bakmadığı bir anda onu öldürdün!"
"Shelby ve Jason da kim oluyor?!"
"Ne fark eder? Yaşam nasıl olsa absürd değil mi?"
"Kayzer" dedi hafifçe titreyerek. "Bana bunu yapmayacaksın değil mi?"
"Evet bebek; Yaradan nalları diktiğine göre, birinin bu işi üstlenmesi gerek, öyle değil mi?"
"Oh Kayzer, birlikte gidebiliriz. Yalnızca ikimiz. Felsefeye filan da boş veririz... Bir yere yerleşir ve...ne bileyim, belki anlambilimle ilgileniriz."
"Kusura bakma bebek, boşa nefes tüketiyorsun."

Artık salya sümük ağlamaya başlamıştı. Birden elini kaldırıp zaten ince olan geceliğinin omuz askılarından birini indirdi. Bir saniye sonra karşımda "Al beni, seninim" diyen Venüs güzelliğinde bir çıplak kadın vardı. Bu Venüs' ün bir eli benim saçlarımı okşarken, bir elinin de kırk beşlik bir tabancayı sırtıma dayadığını fark ettim son anda. Ona sarılmadan, hazır bekleyen otuz sekizliğimin tetiğini çekmeden önce kendi silahının horozunu kaldıracak kadar zaman tanıdım. Silah düştü elinden. İnanılmaz gözlerle baktı bana.


"Kayzer... nasıl olur?"


Yavaşça gidiyordu artık; ama hızlı davranıp son sözümü söyledim:


"Evrenin kendi varlığı ile çelişki içinde olan karmaşık bir ide olarak belirtilmesi ve gerçek varlığın içinde ya da dışında olması, aslında algısal bir hiçliktir ya da en azından, subjektif başlıkla ilintili olan ya da objektif varlık eksikliğinden doğan ve fizik kurallarına bağlı olan daimi bir varoluşla ilintili olan bir hiçliktir."


Önemli bir sözdü bu; ama galiba ölmeden önce ne demek istediğimi anlamıştı.

20.9.07

today seems like a good day to burn a bridge or two

...Yakışıklı prens gerçekten bir kurbağa ve güzel prensesin nefesi pis kokuyor...
...Mükemmel aşkı yaratmak yerine mükemmel aşığı arayarak boşuna zaman harcıyoruz...

19.9.07

Trapeze without a net

"Tıraş olduğum zaman," diyordu yarı-delinin biri, "Tanrı değilse kim, gırtlağımı kesmeme engel oluyor?" İman, eninde sonunda, korunma güdüsünün bir hüneriymiş. Her tarafta biyoloji...ЖTanrı'nın dahi kurtaramayacağı ruhlar vardır; dizlerinin üzerine de çökse, onlar için dua da etse.ЖBazı ebediyet ve ateş nöbetlerinden sonra, Tanrı olmaya niçin tenezzül etmemiş olduğumuzu kendimize sorarız.ЖKendi mezartaşını yazan bir yerkürede, terbiyeli cesetler gibi davranacak kadar ağırbaşlı olalım.ЖBir hasta bana şöyle diyordu: "Benim acılarımın neye hayrı var? Acılarımdan yararlanabilecek, ya da onlarla böbürlenebilecek bir şair değilim ki."ЖEğer Tanrı'ya inansaydım, kendimi beğenmişliğimin haddi hududu olmazdı: Sokaklarda çırılçıplak dolaşırdım...ЖBöyle bir acı çekme iştahıyla kahrolunduğu zaman -bunun sonunu getirmek için- binlerce hayat gerekirdi; ruhların göçü fikrinin nasıl bir cehennemden çıkmış olabileceği anlaşılıyor.ЖBenim inanmazlıkta daha büyük bir kuvvetim ne diye yok! Tenime başka bir ismi, Hasım'ın ismini yazıp, onun için ışıklı tabela hizmetini ne diye göremiyorum!ЖBir azizden de çok işe yaramaz olmak...

18.9.07

In the time of chimpanzees I was a monkey

Terk edilmiş şato, cinli şato, hortlaklı şato. Halk, canlı ve ateşli hayal gücüyle, bir süre sonra, şatoyu hayaletlerle doldurdu; hortlaklar görülüyor, ruhlar gecenin bir vaktinde şatoya geri dönüyordu.

[beni de böyle yakmışlardı:hayalgücü:cadıydım]

17.9.07

Don’t break my heart, and i won’t break your heart shaped glasses

İkimizi de aşka düşür
Sana tanrısın derim Eros!
Sen tut beni yak, onu gözet
İşte bu tanrılığa sığmaz.

14.9.07

God is busy, may i help you?

Çaçaron çirozlar ve tembel salyangozlar
Sümüklüböcek sevişmeleri ve yeni melodi terennümleri
Nedense hep ateşle birlikte anılan semenderler ve sitoplazma aktiviteleri
Sıkıntı ve bunaltı
Nem ve basınç artışı
Çöplük kraliçeliği ya da kırmızı krallığı
İyi kedi, kötü kedi

13.9.07

Strawberries cherries and an angel's kiss in spring

Mantarları yetişiyor bahçelerinde
Dargınlığın kül kadife mantarları
Çocuk dolusu bir rugan pabuç gibi

İspanyoletleri inik vernik evinin
Panjurları serin serin örtük gölge
İçerde miniksel peri pırıltıları

Kara kargalar anlatıp duruyor işte
Öpülmekten korktuklarını avuçlarının
Ah ne utandıklarını güzelliklerinden

Bil ki en inanmadığım şey saklambaç
En inanmadığım şey İzmir İzmir'de
Sen uzun saçlı uzun gözlü dargın peri

12.9.07

I heard the music of Erich Zann

Kuşkonmaz.
Hem de hayır kelimesini kabul etmeyen cinsinden kuşkonmaz.
Kuş, bir gün konar.
Her şey olur alt/üst.
(just end your turn)
Jokerler gülümser.
Kahkahalar olur sana yorgan ya da duvar.
Sesin kaybolur ya da geri döner, duymazlar.
Düşerken sonra hooop bitiverir kabus.
Biteviye incil namesi.
Kim korkar kırmızı duvarlardan ya da konmaz yeşil kuşlardan?
Konan kuşlar ya saksağan ya da papağan.
Sallan yuvarlan
(düş)/(tutamasınlar)
Yüzünü dökme küçük kız bir tek sen misin perişan?

11.9.07

welcomesandman#20

yolda yürürken 3 çocuk saldırır/ kaçarım/ dar sokaklardan denize inerim/ öldürecekler belki/ kumsalda yarısı denizin içinde yarısı dışarıda bir kayalık mağaranın altından geçip başka bir koya varırım/ kayalıklara inşa edilmiş bir ev/ içeri girince kimse şaşırmaz/ çocuk kaçıran deli adam yaşıyor orada/ ben de kaçırılmış oluyorum böylece/ kaçırdığı çocukları kendi yetiştiriyor/ uygun değilsen öldürüyor/ kaçamıyorum ve duruyorum günlerce/ bir odada 3 yatak/ oda arkadaşım bir kız/ adam ertesi gün bir erkek çocuğu öldürüyor/ bilgisayarın başında oturuyorum/ bir japon çocuk (eski öğrencisi) ve adamın karısı geliyor havuzdan çıkıp/ beni tehdit ediyorlar/ karısı benden nefret ediyor/ adamın fotograflarını çekiyorum/ biblolar var/ kadının bibloları/ kadın bir gece dışarı çıkıyor/ ben uyumaya gidiyorum/ adamı öldürüp kaçabilirim/ planlıyorum/ adam bana bir takım kelimelerin ingilizcelerini soruyor/ ilk kelimem canavar/ bu bir sınav/ cevaplıyorum.

10.9.07

Başını dizime düşür uyu

Beklemek o anı kendini yorgunluktan öldürmekle aynı şey. Rüyalarımda (hayallerimde) yedinci sahneye gelince ölüyorum. Aynadan yansıyan ejderha acıyı içinde buluyor ve ben korkmaya başlıyorum. Kurabiye kadar kırılganım. Odak ve de ( ya da ) ortak noktamız görmemezlikten gelmek mi olmalı? Şaşırtmak istiyorsan (bir perşembe günüydü sanki?) inançlı bir ayna kullanıcısı olmalısın. Kimselere bağırıp çağırmak ya da kahramanım olmanı sağlamak -kılıcım ve tacım nerede?!?!?!- değil ki amacım. Cadılar kafayı önce vişnelere taktılar sonra sürüngen kuyruklarına. Gerçekse öpmek eyleminde yatıyor. Kahvaltıdan sonra uyumalı bence. O vakte kadar hiç uyumamış olunmalı. Işıkları söndür(meden) yataklara koşalım. Denizlerdeki balıkları kurtaralım boğulmadan, süpürgelerle kovalanalım, yorganları yakalım. Şaşırtan limon ağaçları bize ne hatırlatmalı? Su altında çorap giymek neyse işte şimdi biz oyuz. Saçlarımdan başladım ölmeye, yavaş yavaş gidiyorum. Tek umudum yolda bir hamak bulmak ya da her şeyi bir odaya taşımak. Kokumu beğenmiş olmalısın. Talih benim için bir gece dönecek.

7.9.07

kırmızı balık dinle! sakın yemi yeme!

…”Onu da yarın akşam anlatırım” dedi Balık Nine “uyku saati geldi, iyi geceler.”

On iki bin küçük balık iyi geceler dileyerek yatmaya gittiler.

On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık iyi geceler diledikten sonra yuvalarına gidip uzandılar, hemen de uykuya daldılar. Balık Nine de uyudu.

Ama küçük bir kırmızı balığın gözüne uyku girmedi. Bütün gece boyunca hep denizleri düşündü, düşündü…

6.9.07

this world's essentially an absurd place to be living in

Neden hep Bayan Chantal'ın düşüncelerinin dört köşe olduğunu düşünmüşümdür? Orasını bilemem. Fakat onun her dediği kafamda bu biçimi alır. Bir kare, karşılıklı dört köşesiyle kocaman bir kare. Düşünceleri bana hep yuvarlak ve çember gibi tekerlenir gelen başka insanlar da vardır. Herhangi bir şey üzerinde bir tümceye başladılar mı on, yirmi, elli yuvarlak düşünce çıkar, gider, yuvarlanır ve gözümün önünde, irili ufaklı, birbirinin arkasından, ta ufukta bir noktaya kadar koşar. Bir takım insanların da sivri düşünceleri olur. Neyse, bunların pek önemi yok.

5.9.07

Lorem Ipsum

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Nunc ultricies, libero sit amet accumsan consectetuer, diam dolor porttitor nunc, eu congue tortor lectus vitae enim. Mauris ornare felis vitae nulla. Nam sit amet justo pretium odio varius gravida. Curabitur a nunc at ligula bibendum vestibulum. Pellentesque tincidunt. Nam turpis. Etiam ut nibh sed est eleifend convallis. Etiam a quam. Proin sollicitudin. Class aptent taciti sociosqu ad litora torquent per conubia nostra, per inceptos hymenaeos. Etiam lorem.

Nullam sit amet nulla et pede elementum ultricies. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Donec mattis. Suspendisse potenti. Sed magna turpis, facilisis ac, vestibulum a, sollicitudin vitae, turpis. Nam sed tortor. Vivamus vehicula, tortor eu tincidunt adipiscing, quam lorem gravida orci, ac egestas ante enim nec risus. Quisque ac metus. Vestibulum vulputate nibh vitae risus. Donec neque est, scelerisque non, malesuada vel, convallis malesuada, nisi. Cras venenatis sem at est. Sed interdum convallis nunc. Ut elit.

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Aliquam tincidunt, elit sit amet consequat vehicula, sem metus eleifend elit, at bibendum mauris nibh sodales augue. Fusce suscipit fringilla enim. Morbi nisi pede, vestibulum ut, laoreet faucibus, ultrices vitae, lorem. Sed nisi eros, imperdiet sed, commodo a, bibendum in, nisi. Proin accumsan nibh non mi. Class aptent taciti sociosqu ad litora torquent per conubia nostra, per inceptos hymenaeos. Fusce aliquet, nulla scelerisque rutrum commodo, ligula magna viverra nisi, ut aliquet orci nisl non urna. Pellentesque habitant morbi tristique senectus et netus et malesuada fames ac turpis egestas. In egestas, turpis vel porttitor fringilla, lorem dolor faucibus sapien, et elementum nunc mi eget ligula. Aliquam ullamcorper elementum dui. Morbi at mi. Ut vel leo id massa viverra faucibus. Etiam elit pede, ultrices aliquet, bibendum et, ultrices eget, turpis. Pellentesque tellus. Aenean suscipit tortor et odio. Cras nec tellus nec ante iaculis bibendum. Maecenas sodales commodo sem. Morbi at mi vel neque sagittis tempor.

: uyku'ya teşekkürler :

http://www.lipsum.com

4.9.07

human existence is pointless

Wolf (sahibi): Biraz gezmek iyi gelecek sana, emin ol.
Senatör Dupont (köpek): Beni bunaltan bir şeyin ne faydası olabilir bana?
Wolf: Herşey bunaltıcı, buna rağmen birşeyler yapıyoruz.
Senatör Dupont: Oh! Hiç birşey sizi eğlendirmiyor diye, herkesin herşeyden iğrendiğini sanıyorsunuz.
Wolf: İyi, şu anda neyi arzuluyorsun?
Senatör Dupont: Eğer size aynısı sorulsaydı, cevaplamak için bayağı zorlanırdırnız, değil mi?
------
Wolf: Yine de, buradan birinin geçmekte olduğunu ve dişi bir köpeği olduğunu varsay...
Senatör Dupont: Bunlarla kandıramazsınız, herşeyden vazgeçtim ben.
Wolf: Ayrık otu dışında, garip bir zevk. Ben küçük, güzel dişi bir köpeği tercih ederdim.
Senatör Dupont: Kendinizi engellemeyin. Kıskanç değilim. Biraz bağırsaklarımdan rahatsızım sadece.

3.9.07

Ay - ay spagetti ay!

İçinizde kimse yoktur ki, yürekli arkadaşlarım, Ay’ı görmemiş olsun ya da hiç değilse, Ay’dan söz edildiğini duymamış olsun. Size burada, gecelerin yıldızından söz etmeme şaşmayınız. Belki o bilinmeyen alemin Colomb'ları olmak da bizim yazgımızdır. Beni anlayınız ve olağanca gücünüzle desteleyiniz. Ben sizi Ay'a götüreceğim.