25.4.14

Karma is a bitch

bir akşam çimlerin üzerine uzanmışlar- yıldızları izlemişler- akılları/fikirleri birmiş- vapur iskeleye yanaşmış- vapura binmişler- eve gelip birbirlerinin elini tutarken uyumuşlar- sabahları vapurda içilen çaylar güzelmiş- sabahları Pelin'le uyanmak, beraber gerilmek, dizlerin çarpışması, saçların karışması, gözlerin kamaşması, ayakların sürtünmesi güzelmiş- Semih Pelin'i uyandırmak için yatağın kenarına oturmuş, Pelin'in balık ağından sık saçlarını okşamış, dudağına eğilip öpmüş ama Pelin uyanmamış- yine öpmüş yine uyandıramamış- bu işte bir iş varmış- Pelin Semih onu daha çok öpsün diye mi uyanmıyormuş- Semih Pelin'i uzun uzun öpmüş- Pelin gülümsemiş- Semih gülümsemiş- günaydın demiş Semih- günaydın demiş Pelin- giyinip birlekte dişlerini fırçalamışlar- Semih traş olurken Pelin izlemiş- Semih Pelin'in burnuna köpük sürmüş- kahvaltılarını vapurda yapmışlar- sabah okulda çalışıp akşam teleferiğe gitmişler- Semih sarhoş olmuş- Pelin çok gülmüş- bir gün erkenden kalkıp Çeşme'ye de gitmişler, yattan atlayıp kıyıya yüzmüşeler- avuçlarındaki taşların seslerini dinlemişler- güneş bir varmış bir yokmuş- bir ara yağmur bile yağmış- yattan balıklama atlamışlar- yattan çivileme atlamışlar- eğlenmesini biliyorlarmış- akşam Semih'in çağdaş sanat yorumu -Semih geçen sene o dersten kalmış ama yinede hocası onu çok severmiş:)- hocasının evine gitmişler- ev yeni yapılıyormuş- orada yemek yemişler- bahçesinde dinlenmişler- Efes'e de gitmişler-giderken geyik gelirken geyikmiş- bu geyik hiç bitmezmiymiş- Meryem Ana'da yapraklarla müzik yapmışlar- Şirince'de 4 tane farklı gözleme söylemişler, yarım yarım paylaşmışlar- ayran içmişler- 2 gün de Gümüldür'de kalmışlar- geceleri soğuk oluyormuş üşümüşler- kimi zaman kırmızı bir balıkmışlar, kıvrıla kıvrıla yüzermişler- öyle eğlenmişler ki hiç bitmesinmiş- bitmezmişde- sanki uzun yıllar birlikte yaşamışlar gibi yaşamışlar 3 ay- İzmir'de yapmadıkları bir sürü bişeyler kalmış-sinemaya, Zuhal Olcay konserine gitmek, Kemeraltı'ndan alışveriş yapmak gibi- olsunmuş, sonra yaparlarmış- nasıl olsa bir sonraki durakları Olympos'muş Semih güzel aşkına iyi geceler demiş- Pelin iyi geceler demiş- uymuşlaaar-

21
08
02


Bir kebabçının içinden kabuklu bir sümüklüböcek çıkan pide için gayet yerinde belirttiği gibi;

- Çok özür dilerim, çok çok özür dilerim.



21.4.14

I'm a collection of three billion, billion, billion intricately arranged atoms

"He never actually touched her. In everyday life on our world, on the scale of atoms, material objects never really touch. Each atom has a tiny nucleus at its center, surrounded by an electron cloud of lines of force. As the atoms approach each other, the boy's electron clouds push away the girl's.
More than 99. 9% of the matter of any atom is concentrated in its nucleus. The nucleus is surrounded by an electron cloud which produces an invisible field of force, and acts like a shock absorber. The configuration of the electron cloud determines the nature of an element. In the ordinary course of things here on earth, the nuclei never touch. We have a sensation of touching, but that's really just our invisible force fields overlapping and repelling each other."

19.4.14

ihtimal ya fikrinize düşersem, tutturun bir rumeli havası

Hayal kırılır, kalp kırılır, cam kırılır.

Rüyada cam kırıkları içmek, boğazına cam kırıkları batmak: Yüksek beklentiler yaratmaya, hayal gördürmeye, söylenemeyecek sözlere, kurulamayacak cümlelere delalettir. Bir kalbin kırılacağı kesindir. Hayal kırıklığı yaşanacaktır. Duygular bükülecek; mutluluk hüzne, umut sinire, sevgi nefrete dönüşecektir. Korkmayın, geçer. Onun için en azından huzurlu bir yalnızlık dilemekten başka bir çareniz yok. Kendine gelecektir.

16.4.14

Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleri kabil değil unutamazmış insan

Kimine göre ufak bir çocuktur aşk, / Some say love's a little boy, 
Kimine göre bir kuş, / And some say it's a bird,
Kimi der, onun üstünde durur dünya, / Some say it makes the world go around,
Kimi der, kalp kuruş; / Some say that's absurd, 
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme / And when I asked the man next-door, 
Manalı manalı baktı, / Who looked as if he knew, 
Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın, / His wife got very cross indeed, 
Aşkedecekti tokadı. / And said it wouldn't do.

Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa / Does it look like a pair of pyjamas, 
Yoksa kandil çöreğine mi, / Or the ham in a temperance hotel? 
Hacıyağına mı benzer dersin kokusu / Does its odour remind one of llamas, 
Yoksa leylak çiçeğine mi? / Or has it a comforting smell? 
Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline, / Is it prickly to touch as a hedge is, 
Andırır mı yoksa pufla yastıkları, / Or soft as eiderdown fluff? 
Keskin mi kenarı yoksa batar mı eline? / Is it sharp or quite smooth at the edges? 
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı! / O tell me the truth about love.

Tarih kitapları dokundurur geçer / Our history books refer to it 
Köşesinde kenarında, / In cryptic little notes, 
Hele bir lafı açılmaya görsün / It's quite a common topic on
Şirket vapurlarında; / The Transatlantic boats; 
Eksik olmaz gazetelerden, bilhassa / I've found the subject mentioned in
İntihar haberlerinde, / Accounts of suicides, 
Maniler düzmüşler gördüm üstüne / And even seen it scribbled on
Telefon rehberlerinde. / The backs of railway guides.

Aç kurtlar gibi ulur mu dersin / Does it howl like a hungry Alsatian, 
Bando gibi gümbürder mi yoksa, / Or boom like a military band? 
Taklit edebilir misin istesen kemençede, / Could one give a first-rate imitation
Ne dersin piyanoda çalınsa; / On a saw or a Steinway Grand? 
Çiftetelli gibi coşturur mu herkesi / Is its singing at parties a riot? 
Yoksa ağıraksak bir hava mı? / Does it only like Classical stuff? 
İstediğin zaman kesilir mi sesi? / Will it stop when one wants to be quiet? 
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı! / O tell me the truth about love.

Bir hal oldum çardakların altında / I looked inside the summer-house; 
Onu araya araya, / It wasn't over there; 
Küçüksu'ya baktım, orada da yok, / I tried the Thames at Maidenhead, 
Boşuna çıktım Çamlıca'ya; / And Brighton's bracing air. 
Anlamadım gitti bülbülün şarkısını, / I don't know what the blackbird sang, 
Bir acayip gülün lisanı da; / Or what the tulip said; 
Benim bildiğim o kümeste değildi / But it wasn't in the chicken-run, 
Ne de yatağın altında. / Or underneath the bed.

Aklına esince çıkarabilir mi dilini, / Can it pull extraordinary faces? 
Başı döner mi asma salıncakta, / Is it usually sick on a swing? 
At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini, / Does it spend all its time at the races, 
Usta mı düğüm atmakta, / or fiddling with pieces of string? 
Millet der peygamber demez mi, / Has it views of its own about money? 
Para mevzuunda nedir efkarı, / Does it think Patriotism enough? 
Borç alır borcunu ödemez mi? / Are its stories vulgar but funny? 
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı! / O tell me the truth about love.

Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleri
Kabil değil unutamazmış insan,
Yolunu gözlerim bacak kadardan beri
Ama o geçmedi bile yanımdan;
Merdiven dayadım otuz beşine,
Öğrenemedim gitti bir türlü,
Nemenem mahluktur bu düşerler peşine
Bunca insan geceli gündüzlü?

Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin / When it comes, will it come without warning
Burnumu karıştırırken tatlı tatlı, / Just as I'm picking my nose? 
Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin? / Will it knock on my door in the morning, 
Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı! / Or tread in the bus on my toes? 
Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı, / Will it come like a change in the weather? 
Selamı efendice mi yoksa gider mi aşırı, / Will its greeting be courteous or rough? 
Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı? / Will it alter my life altogether? 
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı! / O tell me the truth about love.

12.4.14

Arka bahçelerde dişlediğim mür

I love your eyes, my dear
Their splendid sparkling fire

When suddenly you raise them so
To cast a swift embracing glance

Like lightning flashing in the sky
But there's a charm that is greater still

When my love's eyes are lowered
When all is fired by passion's kiss

And through the downcast lashes

I see the dull flame of desire

10.4.14

07:35:46

Yüzünün çevresinde dolaşan parmaklar dudak kenarında bir duraksadılar, anlardan an beğenen hafıza geçilen ara kapıları getirdi önüne. Daha o sabah benzer bir günü onunla da geçirmeyi dilemişti. Yine aynı soruyu sormuştu karanlıkta, “Ne yapmamı istersin?” 21 gün önce sorulan aynı soruyu binlerce defa düşünmüştü de verilebilecek cevapları hiç düşünmemişti. Kıyafet uygunsuzluğunun sürüklediği alkol dolu gecenin sonunda “bakamamak” da ne oluyor! Tek yapabildiği öpmek, öpmek. Binadan acele ile çıkışını, yanına vardığında sarılıp koklayışını hatırlamakla yumrukları arasında bir korelasyon olmalı. O an bir takım kas gruplarını harekete geçiriyor ve kendini yumruklarını sıkarken buluyor. Sabah sabah, bir ceza gibi uyandırmaya çalışmalar, saatlerimiz 07:35:43’ü gösteriyor. Saniyeleri de sayar oldum. Boynundaki zinciriyle birlikte atan o nabız, sayımda büyük bir yer oynuyor. 07:35:44, 07:35:46…

Güzel bir gündüz ile başlayan günün bitmeye yaklaştığı o saatlerde unutulan bir anahtarın kapağını açtığı acele ile bitirilen bir bira. Üzerime çizilecek yeni eğrilerin hayali, kalbim atıyor. Mekan değişikliği, mekanlar değişikliği. Duvarları eski tuğla kaplı güzel kokan dükkanda şimdi yumuşak ayak parmak uçlarını düşünüyor. Ondan uzun olduğu tek anı ona sarılarak geçirmeyi tercih etmiş olması ve bir de kapıdan çıkmadan önce o son sarılışı. Sarmaşıklar. Kapanan kapı ardından kapanan gözler. Bir kez daha şaşırarak dönüp yan yastığa ve üzeride yatana bakmanın verdiği his normal şartlar altında eşittir dalgaların çekilirken çıkarttığı kıtır kıtır ses. Dışarıda serin hava ve ben onu gözlerini açmaya zorluyorum. 21 gün önce sipariş edilen, harmonik salınımlarla ulaşılan boş evin bir odasında 37-46 dansının devamını izliyoruz. Binlerce saniyem kayıp, hatırlayamıyorum (işte burada küfür etmenin tam sırası) Dallarla kaplı koca bir pencereye uyanılan o anda, saliseli göz kırpışlarının arasında karanlıkta açılan bir çift gözün manzarası. Sonrası çiçek, sonrası çiçeklerden bir düet.

Parmak uçlarımı gıdıklayan sakallar, bu anı unutmak istemiyorum ama sormadan da edemiyorum, ben seni hiç ayık göremeyecek miyim? Vedasında pencereden sarkarken yüzümü kapatan kıvıcıklar, az önce karşımızda şimdi karşımda olan bir kule, vakti gelen zaman. Elimi tuttuğu an akımının ve günün sabahında soğuk denizin sularına soktuğum ayaklarımdan iletilen enerjinin, üzerimize akan su ile vücutlara geri dönüşü, titreyen eller. Sarılmak (21 gün sonra), çalan telefon (8 gün sonra), öldürecek bir beni mi buldun? Öyle gülme çocuk, kafanı önüne eğerek, gözlerini kapatarak, öyle tatlı gülme çocuk! Denize açılan pencere önünde içilen sigaraların dumanı, yoluna saçlarımdan başlayıp omzumdan aşağıya doğru yolculuğuna devam eden su damlası, bunları hep yola delalet. Zaten açık ve bana bakan iki göz, çığlık atmak istiyorum. Ağaçlarla kaplı yolda denize yapılan yolculuk yazılmıştı, odada olmadığı o bir kaç saniye tavana bakarak şükrettim. Eşşek arıları tarafınfan sokulacak dilin ettiği kelamlar ne ılık su ne de alınan derin nefeslerle hoş görülebilir. Tamamen aptallık, tamamen armutluk. Uzun boyunu farkedip ne kadar çok anı kaçırdığına hayıflanmalar, uyumalar, uyanmalar. Halbuki nasıl ve hangi arada dalındığı bilinmeyen ani uykudan önce cevabım “herşeyi” olmuştu. Sokak köşesinde elimde titreyen telefona bakarken nerden bilirdim ki minik parmaklarımı ertesi gün gri dalgalı denize bakan adamın ayakları altına saklayacağımı? Manzarının keyfini sürmek (üstte) diye birşey vardı değil mi, evet var. Çimlere yatıyor olsak bile ağrımaz o kol. Taksinin peşinde elele koşsak bile. Geçme. Sence geçer miyim? Bilmem, geçer misin? Dikkatlice beni izlediğini biliyordum ve buna rağmen hiç bir adımı değiştirmedim, lenslerimi çıkarttım, dişlerimi fırçaladım. Yani galiba. Hatırlamıyorum. Armut! Yerden gözlerimi kaldıramadığım o saniyelerde görüş alanımda ince uzun bacaklar, ben hipnotize. Saçlarıma özenle yerleştirdiğim deniz kokusu artık yok, kurulanma seansındayız.

Göğsüne bir hipopotam gibi çöktüm. Nefes. Aklıma dönüp arkaya baktığın o kordinatları yazdım. Hindistan cevizi kokusu (aklında bıraktığımı umduğum bir diğer koku) Ayrıca kol benim, ağrı benim, sana ne? (Bunu da söyledim, ah tam dayaklık) Bütün o günler boyunca, hele ki top oynayanları seyrederken, çatalımı batırdığım ahtapotu ağzıma götürürken, hep diledim, hep diledim. Hadi kalk! Saçlarım kıvırcık. Ortam karanlıktı ve ben seni arıyordum. Hediye gibi geldin, hoşgeldin.


9.4.14

landscape, sweat, mess, sunset

Can you hear them? The helicopters? 
You're in New York.
There was no need for words then, we've sat in silence. 
You've looked me, in the eye directly. You've met me, I think it was Saturday, the evening
The mess we're in and the city sunset over me  
Night and day I dreamed of making love to you, now baby love making on screen, impossible dream And did you see the sunrise over the sea? The freeway, reminding of this mess we're in?
And the city sunset over me 
What were you wanting? (What was that I wanted?) 
I just wanna say, don't ever change
Now baby I'd thank you, I hope, we will meet again 
And you must leave in a few days, before the sun rises over the skyscrapers 
And the city landscape comes into view, sweat on my skin, this mess we're in, the city sunset over me 

7.4.14

The cosmos is also within us, we're made of star stuff

"Üşenmedim,

hemen o gece ona aşık oldum."

Tek hatırladığım Lakmé de Delibes - Flower Duet çalıyordu.  
Askıda duran kırışık kıyafetlerden utanarak dükkanı anlatıyorum, masanın üzerideki karışıklığı toplama telaşı, 
Koltuğa oturup tavana, etrafına bakıyor, sevimliymiş diyor,
kapıyı kilitleyip yokuşu yanyana tırmanmaya başlıyoruz
Elleri cebinde, ben çantama sıkı sıkı sarılmışım.
İstiyorum ki bir kere de denize karşı uyanalım. 
Huzur.
Gülümsüyorsun. Kafanı hafifçe aşağı ve sola eğip, gözlerini kısa bir süre kapatarak. 
güneşte kuruyan saçlarımın kokusu burnuma geliyor. 
Tembel bir pazar sabahı
Beyazlar içinde bir yatak.
Yukarıdan bakacak olursak, ben yüzüstü yatmışım. 
pastel mavi
Tek kolum yastığın altında, yastığa sarılmışım. Saçlarım kıvırcık ve dağınık, bir kısmı yüzümü saklıyor. Yorgan belime kadar açık, diğer kolum görünmüyor. Ama biliyorum ki yorganın altında ayağım ayağına değiyor. Sen ise sırtüstü yatmışsın, üzerinde kolsuz beyaz bir tshirt. Tek kolun (sağ) göğsünün üstünde, kafan hafifçe sola yatmış. Bir burun profili bahşedilmiş yukarıdan bakan izleyiciye. Boynundaki gümüş kolye cildine dayanmış, bir kısmı da yastıkla boynun arasında kalan o boşlukta nabzınla birlikte minik minik salınıyor. Belli belirsiz. Tshirtünün beli hafifçe açılmış, buğday renkli, lezzetli tenin açıkta. 
Ben sağdayım, sen solda. Hafifçe uyanıyorum. Sana doğru dönüp, burnumu boynuna saklıyorum, derin bir nefes alıyorum. Sen de hareketleniyorsun. Bacağımı bacağının üzerine atıyorum, kolumu da beline. Sağ kolunu hafifçe aşağı indirerek dirseğimden tutuyorsun. Derin nefeslerle uyumaya devam ediyoruz.
Gözümü hafifçe aralıyıp, gülümsüyorum.
Denizin iyotlu kokusu. Derin bir nefes.
Birbirimize bakıp gülümsüyoruz