24.2.14

hayır canım, arkadaşım değil

Even if will calls
Doesn't mean fall out
We once had a thing I know, vanished

21.2.14

what's the point of getting out of bed every morning

Look, I consider myself a realist, all right? But in philosophical terms, I'm what's called a pessimist.

Means I'm bad at parties.

Let me tell you, you ain't great outside of parties either.

I think human consciousness is a tragic misstep in evolution, we became too self-aware. Nature created an aspect of nature separate from itself, we are creatures that should not exist by natural law.

We are things that labor under the illusion of having a self, a secretion of sensory experience and feeling, programmed with total assurance that we are each somebody, when in fact everybody is nobody.

I think the honorable thing for our species to do is to deny our programming, stop reproducing, walk hand in hand into extinction, one last Midnight. Brothers and sisters opting out of a raw deal.


I tell myself I bear witness, but the real answer is that it's obviously my programming and I lack the constitution for suicide.

19.2.14

epic fail

İlk belirtiler bel üşümesi ile ortaya çıktı. Sonra ilk fazla eforla yoğunlaşan bel ağrıları, yağmurdan önce garip diz ağrıları. Baktım herşeyin fazlası fazla gelmeye başladı. Artık o alçak kapının üzerinden atlayamıyordum, uçmaktan korkuyordum, kilo alıyordum, 2,5 porsiyon iskender yiyemiyordum, fazla içemiyordum, yüksek ses, kötü müzik, kalabalıklara tahammül edemiyordum, Belim üşüyordu ulan! Şaşkınlık. Sabahlamak en zoru, ne kadar uykusuz olursam olayım sabaha karşı 3'te kalkmak ise en sinir bozucusu, yaşlanıyordum. 

Artık acelem var. 

Bu içimdeki "stalker" ı uyandırdı, aceleci "pshyco" yu harekete geçirdi.

Geç kalmışlık hissi üzerime yapıştı; yandaki pencereden güneş vuran, beyazlar serili bir yatakta oynanmayı bekleyen saçlarımın kıvırcığı boşa gidiyor, buklelerin altında saklanan boynum öpülmeyi bekliyor, yumuşaklığını yavaş yavaş kaybeden ayaklarım başka bir ayağa değmeyi, içime biriktirdiğim cümleler söylenmeyi, sarılaşan dişlerim gülerek ortaya çıkmayı, yıllardır keşfettiğim, biriktirdiğim müzikler paylaşılmayı, okuduğum kitaplar tavsiye edilmeyi bekliyor. Aşka düşmeye, gezmeye, öğrenmeye, beslenmeye aç beyin kıvrımlarım huzursuz.

Yorganı çekiştirerek öbür taraf döndüğüm yatakta, güneş ışığının vuruşuyla daha bir görünür olan tozun havada uçuşması ve yavaşça yağması, o an, paylaşılmayı bekliyor. Kendime yetemiyorum, yalnız kalmak istemiyorum. Her geçen gün çok yazık. Kızgınım. Bazen de kırgınım. Her sabah kalkmak, o motivasyon gün geçtikçe kayboluyor. Önce şaşırıyorum sonra boşveriyorum, vazgeçiyordum.

İşte bu yüzdendir ki sadece 15 dakika gördüğüm, toplasan 18 cümle konuştuğum, hiç tanımadığım bir adamla Kapadokya'ya gitme hayalleri kuruyorum. Onun atmadığı her mesaj, o ana kadar geçen her süre beynimde çok yazık diye vurup duran metronomu hızlandırıyor. Daha hızlı yaşlanıyorum.

Cepkeninden saatini çıkarmış, kendine kendine söylenen beyaz bir tavşanında gayet net ve yerinde belirttiği gibi:

-Geç kaldım, geç kaldım!


17.2.14

Hani gözleri dolar ya birden

Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir umut doldu içime
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma

Hani ıssız bir yoldan geçerken
Hani bir korku duyar da insan
Hani bir şarkı söyler içinden
İşte öyle bir şey

Hani eski bir resme bakarken
Hani yılları sayar da insan
Hani gözleri dolar ya birden
İşte öyle bir şey

Hani yıldızlar yanıp sönerken
Hani bir yıldız kayar da insan
Hani bir telaş duyar ya birden
İşte öyle bir şey

Hani bir yağmur yağar da bazen
Hani gök gürler ya arkasından
Hani şimşekler çakar peşinden

İşte öyle bir şey

strange and beautiful

Her gün aldığım farklı kararların dönüp dolaşıp kaba etlerimden ısırdığı, gömleği kareliydi, karmanın canım seninle işimiz daha bitmedi dediği, yavaşça eğilip adımı sordu, ah'ların gerilip gol pozisyonuna girdiği, sorduğu soruların cevabını nazik bir ilgi ile dinledi, yıldızların köşe kapmaca oynadığı ve asla dizilmeleri gerektiği gibi dizilmediği, gitti, gezegenlerin olmaları gereken yerden ileride ya da geride olduğu, geri geldi, kara bulutların tepemde dolaştığı, kapıdan girerken göz göze geldik, her saat daha fazla yaşlandığım, içeri girdi, içimin giderek kuruduğu, dışarı çıktı, baş edemediğim bir yalnızlıkla dolu, yeniden yanımıza oturdu, günler. Sonrası sanki sakin bir Aqualung (strange and beautiful) şarkısı gibiydi fonda. Yürüdük. Durduk. Vedalaştık. İçimde tatlı bir his kaldı, söylenmemiş kelimeler, kurulmamış cümlelerle ve keşke'lerle dolu o yere bir an daha eklendi. Bugün başka bir şehirde bir ağacın altında bunları düşünerek oturuyorken çıkan rüzgarla üstüme altın sarısı bir kar yağdı. Bahar geldi. Maalesef.