....
Neyseki halkın gözündeki inandırıcılığı bakımından fil bambaşkadır. Büyük, devasa, şiş göbekli, en korkusuzları bile ürkütecek bir sese sahip, yaratılışın hiçbir hayvanına nasip olmayan bir hortumun sahibi fil, ne kadar üretken ve tehlikeli olsa da hiçbir hayalgücünün ürünü olmazdı. Fil ya vardı ya yoktu. Vakit onu ziyaret etme, tanrının ona bahşettiği kurtarıcı borazanı öylesine bir enerjiyle kullandığı için şükranlarını sunma vaktiydi, burası yehoşafat vadisi olsaydı ölüleri diriltebilirdi ama portekizin sis içindeki kıraç toprağından başka bir yer değildi, gerçi burada da yolunu kaybetmiş, soğuktan ölmek üzere olan bir adam söz konusu olduğunda, böyle diyelim de gayretkeş kıyaslama çabalarımız tümden boşa çıkmasın, öylesine iyi kotarılan diriltmeler vardı ki, daha olacaklar olmadan önüne geçilmesi mümkün olabiliyordu. Sanki fil, bu zavallıcık ölecek ben de onu dirilteceğim diye düşünmüştü. Şimdi o zavallıcık burda, minnet duyguları içinde kendini paralıyor, tüm ömrü boyunca file şükran duyacağına yemin ediyor, sonunda fil terbiyecisi Bu kadar minnettar olman için fil sana ne yaptı, diye sormaya karar verdi, O olmasaydı ya soğktan ölecektim ya da beni kurtlar yiyecekti, Peki ama seni kurtarmayı nasıl başardı, uyandığından beri buradan bir yere ayrılmadı ki, Buradan ayrılmasına gerek yoktu, trompetini çalması yetti, siste kaybolmuştum, beni kurtaran onun sesi oldu, Süleymanın eserlerinden, işlerinden söz edecek birisi varsa o da benim, bu nedenle onun terbiyecisiyim, onun çığlığını duyduğun zırvalarıyla ortalarda dolanma, Çığlığını değil, çığlıklarını, bu kurban olduğum kulaklar bir değil, tam üç çığlık duydu. Fil terbiyecisi, Bu salak iyice çıldırmış, zincire vurmak gerek, diye düşündü, sisin ateşiyle kafayı yemiş, bundan eminim, böyle şeylerden söz edildiğini duymuştum. Sonra yüksek sesle, burada durup da çığlık attı, yok atmadı belki de attı diye didişmektense, şu gelenlere sor bakalım, bir şey duymuşlar mı, dedi. Üç yumruyu andıran ve yayılıp dağılan dış hatları her adımla sallanıp titreyen adamlar insanda daha görür görmez, Böyle bir havada nereye gitmek istiyorsunuz, sorusunu sorma arzusu uyandırıyorlardı. Fil çığlığı manyağının onlara o anda soracağı sorunun bu olmayacağını biliyoruz ve ona ne yanıt verdiklerini de biliyoruz. Bilmediğimizse tüm bu anlatılanların arasında birbiriyle bağlantılı olanlar var mı, hangileri ve nasıl. Kesin olan şu ki ışıl ışıl güneş devasa bir süpürge gibi birden sisi dağıttı, uzaklara süpürdü. Her zamanki manzara ortaya çıktı, taşlar, ağaçlar, uçurumlar, dağlar. Üç adam artık orada değillerdi. Fil terbiyecisi konuşmak için ağzını açtıysa da sesini çıkarmadan kapattı. Fil çığlığı manyağı yoğunluğunu ve hacmini yitiriyor, büzüşüyor, hatları yuvarlanıyor, bir sabun köpüğü gibi şeffaflaşıyordu, o zamanlar yapılan berbat sabunlar bir dahinin icadı olan o billur gibi berrak, kusursuz kristali oluşturabilirlerse elbette, sonra adam birdenbire gözden kayboldu. Pof sesi çıkardı ve buhar olup uçtu. İlahi onomatopoeialar vardır. Bu öznenin buharlaşma sürecini tüm ayrıntılarıyla betimlememiz gerektiğini hayal edin bakalım. En azından on sayfa gerekir. Pof.
....
No comments:
Post a Comment