25.2.10
Ground Control to Major Tom
Çin yemeği yiyen Japonlar! Görülmüş şey değil! Havadaki fıstık yeşili ve öfkeli renk insanlığın tüm değerlerini oraya yerleştiği günden beri sistematik bir biçimde alaşağı etti. 8. Dünya Savaşı'ndan beri bu böyle. Gökyüzü artık fıstık yeşili. Evrimleşmeye bıraktığımız yerden devam etmek zorunda kaldık. Bunları düşünürken "Çay koy!" diye bağırdı. Düşüncelere dalmadan önce kaplanlarla ilgili izleye durduğum belgeselden kafamı kaldırırken elimde olmadan bıyıklar hakkında düşünüyordum. Bundan 2 sene önce, savaş daha bitmemişti, tramvaya bindiğimde oturması için yer verdiğim Kont L. teşekkür olarak bana kısa bir geleceği görme seansı önermişti. Elbette demek için ağzımı açıp, göz kapaklarımı birbirlerine değdirdiğim an kendimi çocukken okuduğum bir kitaptaki perili köşkte bulmuştum. Tüm odayı kaplayan yemek masasının üzerine yıkanmayı bekleyen kahve fincanları, şöminede ise boş bira kutuları yığılmıştı. Toz pembe perdelerin köşkün adını zedelediğini düşünmeden edemediğimi hatırlıyorum. Köşk perdesi dediğin ya kırmız ya siyah, bilemedin lacivert olur. Üst kata çıktığımda binlerce beyaz, ince, uzun kurdun küveti doldurduğu banyonun önünden geçmek zorunda kalmıştım. Hindistan'dan buraya bunun için gelmiş olamazdım. Bu sürreal geleceği görme seansında karşıma çıkan semboller, dünya haritası üzerine yerleştirilmiş "dünya" etiketinden de manasız geliyordu o zamanlar. Elimdeki dondurma erimemiş olsaydı elimde bir dondurma olduğunun farkına bile varamayabilirdim. Vişne rengi buzdan dondurma erirken ellerimi yapış yapış yapmak zorunda kalmıştı. Neon ışıklarla içine girmem gerektiği itinayla belli edilen odaya doğru ilerlemiştim. Yürürken şans eseri ayaklarıma baktığımda ayaklarımın olması gereken yerde gördüğüm toynaklar! Aklım başımdan gitmişti. Korkuyla gözlerimi açmıştım. Kont'a odaya giremediğimi söylemeliydim. Seasın en önemli yerinde uyanmıştım ve tabiki Kont'tan eser yoktu. Eve vardığımda platform topuklu çizmelerimden kurtulup, bir an önce kekik kokulu battaniyemin altına girmekten başka bir şey düşünemiyordum. Şimdi burnuma gelen o kekik kokusu betonarme yapılar arasında şıkışmış, yeşilden uzak kutu evimden beni alıp deniz minaresinden yaptığım eski evime götürdü. O seansta gördüğüm herşey gerçek olmuştu. O zaman inanmamakla ve unutmakla ne kadar büyük aptallık etmişim. Elma yemenin bile yasaklandığı bu günlerde çocukken izlediğim ağlak filmlerdeki figüranlardan da beter hissediyorum kendimi. Gözyaşlarım üzüm tanesi büyüklüğünde ağlıyorum artık ağladığımda, başım da ağrımıyor. Ailemin mumyalanmış cesetleri duvardaki kovuklarında yeniden dirilecekleri günü bekliyor sabırla. Otomatik pilottan başka seçeneği olmayan insanlığın yaşamında traktör sürülen günlerdeki acılardan eser yok şimdi. Mavi gökyüzü altında yapılan modern sanatın acıdan beslenen damarı "çıngıraklı fare" oyunundaki gibi kesildi. Bal ve kavanoz birbirinden ayrı artık. Oysa biz o gün bir salyangoz zerafetiyle birbirimize sarılıp, uzunca bir süre öyle kalakalmıştık.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment