İçi kutu kutu pense dolu çantasını tutkuyla yanında taşıyan bir kuaför çırağı gibiyim. Yeşil kupaları toplayıp koleksiyonlarını yapmak ve sarı camlı gözlüklerden nefret etmek gibi daha ilginç hobilerim de var. Dün gece rüyamda delgeçler saldırıyordu bana; geceleri ayık olmak işime gelmiyor işte sırf bu yüzden. Hem ben trenlerden de nefret etmeye başladım.
Parfüm hırsızları iş başında... Neye elimi atsam ya elimde kalıyor –kolu kopuyor mesela- ya da düşüp kırılıyor. Bu balık tanrılar anlamadı hala, bana değerli birşey emanet etmeyin, mahvederim. Düz yolda yürüyemeyip düştüğümü de çok iyi bilen aynı balık hafızalı tanrılar bir de yağmur yağdırıyorlar mesela düzenli olarak. Arabalar üstüme üstüme davranıyor, canım kiralık sanki, ucuzluk da var. Köpekler!
Geçen gün mum yaktım; canlı bir aslan görme dileğim vardı. İşte dilek haklarımı da böyle harcıyorum ben, havayı tüketmek gibi gereksiz yere.
Hava çok soğuk, ne kadar içersem içeyim sarhoş olamıyorum suyla. Kalbi kırık bir şaman yaratmış salatalara konan o sebzeleri anlaşılan. Dediler ki “Çakmakla yakarsan bunları, şansın döner.”, hey tanrılarım çam ağaçlarına ettiniz merhamet, ya beni neden üzgün ettiniz?
Cetvelle ölçtüm tanrılardan pokerde kazandığım bedava üzüntü miktarını, 13 cm çıktı. O gün başıma geçen ışık miktarını da terazilerle ölçebilirdik: yıldırım üstüne yıldırım. Su içelim sarhoş olalım propagandası tutmadı. Şapkamdan kirpi çıkarıp sahneyi terk ettim. “Kibirli yengeçlerin bile cennette yerleri hazır.” dedi perde kapanmadan kraliçe sahneden. “Yalancı!” diye bağırdılar, utandım.
No comments:
Post a Comment