"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"
İşte o insanın vücudu ile parkta oturmuşuz. Gözlerimin önünden geçip duran, ama durağan olmayan kare kare görüntüler var. Boynumda soluk alıp veren burnunun içinden girip çıkan sıcak nefes, gözlerimi açar açmaz karşımda gördüğüm, o ilk tanışıklığı hatırlatan, aklıma kazınmış, askıda asılı kırmızı kareli gömlek.. 'Sarılma' durumunun keman ile çalınan bu yeni versiyonu adeta bir mühendisin aniden aklına gelen bir caz teorisi. Masanın üzerinde duran tesbihin her bir boncuğu içilen o yarı tatlı şarabın her bir yudumuna denk geliyor olmalı. Beceremediğim o veda sahnesi, benim o büyük çaresizliğim, gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Yine hızlıca gelip geçen bir görüntü silsilesi; güldüğü zaman ifadesindeki o değişim, nabızla birlikte atan gümüş kolye.. Bir buçuk kişilik yatağın üzerinden attığım ağlar hasretimin kıyıları, üzerime çizilen çizgiler, ah o eğriler. Oda kırmzı duvarlarla çevrili, yarı aralık pencereden gelen rüzgar perdeleri kımıldatıyor. Alacakaranlıkken bir anda gün doğmuş. Oysa ben en son yüzünde gezdirdiğim parmaklarımın ucundaki hissi hatırlıyorum.
İşte o insan vücudu ile parkta bir bankta oturuyoruz. Bana bakarken Pablo Neruda, aklımdan geçen;
"Giyinip de,
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında;
Allak bullak ederken,
Atardamarlarını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben" dizeleri. Benim aklımdan ne çok kelime, ne çok cümle, ne çok görüntü geçiyor. Aman ne ince bir ruh!
..Clara’nın Fındıkkıran için döktüğü gözyaşları onu canlandırır. Bir prense dönüşen Fındıkkıran, Clara’yı kendi ülkesi Karlar Diyarı’na götürür. Karlar Ülkesi’nde Prens ve Clara, kar tanelerinin dansı ile karşılanırlar. Clara, prensin eşliğinde Şekerleme Ülkesi’ne gider. Şeker Perisi’ne farelerle yaptıkları savaşı anlatırlar. Peri, onları ödüllendirmek için kutlama dansları sunar. Son olarak prens ile Şekerleme Perisi birlikte dans ederler. Clara, rüyadan uyanır ve kendisini Fındıkkıran’ı ile beraber evlerinin salonundaki yılbaşı ağacının altında bulur..
Tam karşımda kulağındaki çil, dar bir açıyla seyrettiğim. Şimdi hatırladım o bankta otururken söylenen şarkı, bir elime sessizce bir defne dalı bıraktı.
Bir gülüş hatırlıyorum taa 15 Şubat'tan, işte tam o anda, tam da ben o tarafa bakarken bir pervane gibi döne döne düşen yaprak saçlarıma iniş yapıyor. Dalgalı saçlar yaprağı tellerinin arasında kaybediyor sonra başkası bulsun diye. Bardakta duramayıp da dökülen su turuncu pinpon topunun zıplayarak girdiği bardaklardan farklı. O top şimdi çantamda, ona da göstedim. Dudaklardaki bal. Çizgili bir t-shirt giydim. O bal şimdi yanağımda, en son öpülen yer-sol yanak. Bakıştaki soru. Yürürken girilen kol. İnce uzun bir masanın karşılıklı uçlarında, işte size 15 Mart. Uzun parmaklarının yardımıyla ateşlenen çakmağın sigarayı yakışı, karşılıklı sallanmak.
Güneş ışığının gözüme hüzme hüzme girdiği gökyüzü ile aramda rüzgardan sallanan ağaç dalları. O dallardan biri hızlıca yerinden koptu, bir ceza gibi geldi ve çarptı, galiba bacağına ya da bacağıma. O esnada ben Ankara'yı ferah ve havadar buluyordum.
Kulağı acıtan kulaklıkla dinletilen o sert melodi, halbuki o an aklımdan başka bir şey geçmişti, ama acaba neydi. Sonrası tantra sonrası güzellik. Uyumalar, uyanmalar. Hazır bekleyen dünyanın en nazik kahvaltısı. Koşarak inilen merdivenler öncesinde omzumun üzerinden verdiğim cevap, belki de hissetmiştir. Hem de duvardan bakan onlarca göz önünde.
Denizatı pastanesi, beklemelerle geçen bir günün ertesi günü. Kaldırımları yalayacak kadar badeli bir gecenin sabahı. Bir çift yeşile çalan gözün muhtemelen her sabah baktığı baktığı bahçeye bakıp gülümsemek, yaz mevsimine dair temmenilerde bulunmak.
Üzerine kokusu sinen o insan vücudunun titremesine şahit olmak yetmedi, yetmez artık. İşte size birçok şeylere ihtiyaç. Ayaklarıma bir baktım ki ayaklarım siyah beyaz desenli bir çift terliğin içinde. İç demişken yine içine bakan bir çift göz geliyor frontal loba. Bu şimdi sadece bir anı mı yani? (Bugün doğanlar için isim önerileri; kız olursa Yaprak, erkek olursa Emin)
İki katlı bir evin ikinci katında son bulan şok, yoldan çıkmış bir traş makinası tarafından yanlış kesilen saçın 15 dakika sonra gerçekleşmesi planlanan buluşmayı 150 dakika sonraya ertelemesi. 15 saniyede bir dalınan uykular bileşkesi. Herşey 15. Cüzdandan çıkan bir etkinlik alanı bedava giriş bileti. Dişleri yanyana dizilmiş beyaz başkalıklar saçıyordu, kol kola yürünen o yolda durup arkalarına baktılar. Ve hafif bir rüzgarla gelen rahiya. ilk dokunuş.
Sabah dokunduğum parmak uçları, kendimle kavgam, normalden yüksek ayak çukurumun altında ayağı, birbirine sürten 37-46. Karnımdaki el, dudak kenarı öpücüğü, peki o son sarılma bir elveda mıydı?
Şimdi dolunay zamanı. Ojyuugoya no teiki ya. Kami gyurasa teryuri. Hare kana ga jyo ni tataba kumo tei taborei.
No comments:
Post a Comment