"Sen o elmayı geri ver, " diyecekti aynı zat, "çürüteceksin. "
Bu söz beni elmas uçlardan beter çizebilirdi. Gölgeler arasında gölgeler
görebilirdim. Bir sansar otları hışırdatırdı. Annem bana gerçekleri
kabul etmesini, hayat ise onlardan kaçmasını öğretmiş olabilirdi. "Al bu
elmayı Nezahat" diyebilirdim, "sende bu ad oldukça istersen sıfır
numara kel, istersen at kuyruklu olurum. İnce bıyıklı tek dişi altın
olurum. Meftun olurum, meczup olurum. Uzaklara bakarım, çıtımı çıkarmam.
Nasıl söyleyeceğimi bilmem susarım. Susmak üzerine konuşmak gerekse,
beni çağırırlar, oturur susarım. Dolmabahçe saat kulesiyle, Çırağan
Sarayı ile konuşurum. Duvarlara yazılar yazarım gizli gizli: 'Albayım
beni Nezahat ile evlendir.' Sülüs yazarım, kûfi yazarım, Latin yazarım.
Gotik yazamam. Yağ satarım, bal satarım, ustamı öldürür ben satarım.
Yemeden içmeden kesilir, alık olurum. Adımı sorsan duymaz olurum. Kötü
olurum, iyi olmam Nezahat. Ya bu adı değiştir ya da al bu elmayı. Bende
sevdiklerince terk edilme endişesi, kafayı yemeye meyyal haller var. Al
bu elmayı Nezahat. Yüzünde göz izi var."