1.11.13

Like a you or a me

maggie and milly and molly and may
went down to the beach(to play one day)

and maggie discovered a shell that sang
so sweetly she couldn't remember her troubles, and

milly befriended a stranded star
whose rays five languid fingers were;

and molly was chased by a horrible thing
which raced sideways while blowing bubbles:and

may came home with a smooth round stone
as small as a world and as large as alone.

For whatever we lose(like a you or a me)
it's always ourselves we find in the sea

ayan pinhan nişan

insan insan derler idi
insan nedir şimdi bildim
can can deyu söylerlerdi
ben can nedir şimdi bildim

kendisinde buldu bulan
bulmadı taşrada kalan
canların kalbinde olan
inanç nedir şimdi bildim

bir kılı kırk yardıkları
birin köprü kurdukları
erenler gösterdikleri
erkan nedir şimdi bildim

sıfat ile zat olmuşum
kadr ile berat olmuşum
hak ile vuslat olmuşum
mihman nedir şimdi bildim

Muhyiddin der Hak kadir
görünür herşeyde hazir
ayan nedir, pinhan nedir
nişan nedir şimdi bildim

14.9.13

Building Steam With A Grain Of Salt

From listening to records i just knew what to do
I mainly tought myself
And, you know, i did pretty well
Except there were a few mistakes
But um, that i made, uh
That i've just recently cleared up

And i'd like to just continue to be able to express myself
As best as i can with this instrument
And i feel like i have a lot of work to do
Still, i'm a student - of the drums
And i'm also a teacher of the drums too

What makes cancer tenatious?

The moon rules the fluids
Including the inner juices of human beings
That which assimilates and feeds the body
So the crab feeds his astral plane
Assimilating and distributing all he receives
Slowly, until it becomes apart of you

I can fly through the strangest land
Black satin starry eyes, brown smiling face...

And i would like to able to continue
To let what is inside of me
Which is, which comes from all the music that i hear
I would like for that to come out
And it's like, it's not really me that's coming
The music's coming through me

20.6.13

next

The future teaches you to be alone
The present to be afraid and cold
So if I can shoot rabbits
Then I can shoot fascists

Bullets for your brain today
But we'll forget it all again
Monuments put from pen to paper
Turns me into a gutless wonder

Gravity keeps my head down
Or is it maybe shame
At being so young and being so vain

Holes in your head today
But I'm a pacifist
I've walked La Ramblas
But not with real intent

And on the street tonight an old man plays
With newspaper cuttings of his glory days

And if you tolerate this

Then your children will be next

16.2.13

St-Sulpice! St-Sulpice?


Yanlış telafuz edilen kelimelerle dolu dev ellerinin dipsiz avuçları.  Kendini  solak zanneden bir sağ elin ışıklar içindeki manzara karşısında bile düğmeye bir türlü basmayışı midesine ağrılar soktu. Kulenin sıçrayan su birikintilerindeki yansımasına öylece bakakalmışken üzerine doğru gelen, sıkıntıya gebe, o  fil büyüklüğündeki kestaneyi farketti. Yalandan bir samimiyetle gelip de göğsüne oturan ağırlık eşliğinde gardiyanını bekleyen bir mahkum gibi nemli mavi gözlere dik dik baktı.  Konuşulamayan dillerde öpüşmeyi hayal ederken  'kendi olmama hali' nin vücut bulmuş şeklini o hiç alışkın olmadığı manikürlü tırnaklarında farketti. Şapka büyüklüğünde çorapların eşliğinde söylenen şarkı sözleri o hiç koklanmamış saçlarının dalgalarında kayboluyordu. Öksürük ve ateşler içinde uyandığı o gecelerde meğer rüyalarında Paris metrosunu görür dururmuş, kulağına ölülerin şarkı söylediği beyaz ışıklı trenler. Dikenli deniz kestanesinin parlak kardinal melon renkli etini yerken ağzında hissettiği o garip süngerimsi tadı hatırladı yeşil bir kompartmanda ilerlerken. Naneli çayla ferahlattığı düşünceleri hala canlı istiridyeler gibi tiz bir sesle ölüyordu halbuki. Dürüst olmak tshirtünün üzerinde güvenlik yazan, bırak kalbi üzerine yattığı yatağı bile kırabilen bir adamın seçtiği zor ölümdü.  Tek taraflı dil tutulması ile hiç yaşanamaz hale gelen bu saçma aşk hikayesi vücut sıvılarının kaldırım kenarlarına tükürülmesi gibi kolayca sistemden atıldı. Halbuki bu durum nezaketen de olsa yasaktı. Pabuç kadar dilinin acıtmasa da kanattığı canı metronun renkli koltuklarında kalabalıktan sıkışmış çantanın içinde eriyen çikolata ile hemen hemen aynı kaderi paylaşıyordu. Kara bir toprak parçası üzerinde güneşte oturulan park bankı bir anlık bir yakınlaşma sağlasa da edilen saçma sapan iki cümle dikkatleri içinde ördeklerin yüzdüğü, üzerindeki köprüden turuncu bisikletli güzel kızların geçtiği büyükçe bir su birikintisine sahip, bol tereyağlı kurabiyelerle beslenmiş sağlıklı insanların şehrindeki manzaraya çekti. Yüzen bir barda içilen bir kadeh beyaz şarabın yaptığını kimse ama kimse, hiç kimse daha önce yapmamıştı ona. Bir türlü gerçek olamayan o hayali otel odası, ödemesi gereken borcunun bitmesine daha ne kadar kaldığını bilmeyen adamlarla  ne istediğini bilmeyen kadınlar arasındaki şikayet savaşında ortaya çıkmıştı. Başarısızlıklarla örülü bu hikayenin soğuk, buz gibi soğuk bir havada dua ile hafifleyecek suçluluk duygusu eşliğinde yaşanması gidilemeyen parklarda görülemeyen zürafaların ne kadar umrundaysa o ünlü kulenin altında cirit atan farenin de o kadar umrundayıi aslında. Bok yemenin fransızcası! Mevsim gereği kahverengi suları taşan nehirde sessizce sürüklenip, ıslanıp, parçalanıp, dibe giden ve hatta aslında büyük bir kısmı yok olan o sümüklü mendil parçasının başına gelenler tamamen benim suçum, herşey benim yüzümden oldu. Yağmur yağıyordu da kaybolan eldivenlerim için artık daha fazla üzülemeyecektim.

13.2.13

I should have insist


Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır


12.1.13

matador


Köpekbalığı dişine takılan böğürtlen gibiyim. Zavallı hayvan böğürtleni nerden buldu? Çıkmaz da şimdi o ordan kolay kolay. Zencefil kokusuna bürünmüş, uzun paçalarından kan akan zavallı ben, yeşil ve dalgalı bir denizde savrulan simit gibi yalpalayarak yürüyorum. Koltuk kaplamakla yükümlü ustaların elinden çıkmış makaslar saplı aynalı kapı halimden ne anlar? Merak içindeyim ama park yapılmaz işaretini geçemiyorum. Tüylenmiş sabrım yavaş yavaş kaybolan ejderaha ateşi gibi benden uzaklaşıyor, tahammülüm inci kadar narin. Kemiklerim mantarlar kadar kırılgan, sessizce sonraya dokunuyorum. Ruhuma giydirdiğim gömlek, aya bakarken korkularımı içine sakladığım güvercin sesleri kadar boğuk ve uğultulu. İç boğuntusu, üzümlerin bağ bozumu… Saçlarımı koklar mı acaba? Ölçer mi santim santim 34.421 metre olan aşkımı? İnek, turna, deniz.. Bunların hepsi hayal, hepsi birer lüks. Göğsümde taşıdığım Paris heyecanı, paçoz kıyafetlerle oturup çay içtiğim sandalyem ile farklı renklerde, kim inanır? Telefonun çalmasıyla hırkamın kıvrımları ile kurduğum iletişim koptu, sokaktan geçen şapkalı Finli ile göz göze geldik. Olacak olan 0.3 milisaniyelik bir acı sonrasında gelen kimsesiz gözyaşları ile bulanmış bir şehvet. Vanilya kokulu şehvet yüz yüze yaşanır. Bankada 3 sene saklanıp da artık pırasa sapı kadar değeri olan duygular, canavarlaşıp kükrese ne olur sanki? Derin ve manalı bir uyku içinde denklemi çözmeye çalışmak, kedinin kare kökünü almak, önemli yerleri fosforlu kalemle çizmek… Ne olacaktı sanki, kalp bu kırılıyor işte.