28.11.07

wash me, and I shall be whiter than snow

Similiter et omnes revereantur Diaconos, ut mandatum Jesu Christi; et Episcopum, ut Jesum Christum, existentem filium Patris; Presbyteros autem, ut concilium Dei et conjunctionem Apostolorum. Sine his Ecclesia non vocatur; de quibus suadeo vos sic habeo.
S. IGNATII AD TRALLIANOS

And when this epistle is read among you, cause that it be read also in the church of the Laodiceans.

The broad-backed hippopotamus
Rests on his belly in the mud;
Although he seems so firm to us
He is merely flesh and blood.

Flesh-and-blood is weak and frail,
Susceptible to nervous shock;
While the True Church can never fail
For it is based upon a rock.

The hippo's feeble steps may err
In compassing material ends,
While the True Church need never stir
To gather in its dividends.

The 'potamus can never reach
The mango on the mango-tree;
But fruits of pomegranate and peach
Refresh the Church from over sea.

At mating time the hippo's voice
Betrays inflexions hoarse and odd,
But every week we hear rejoice
The Church, at being one with God.

The hippopotamus's day
Is passed in sleep; at night he hunts;
God works in a mysterious way --
The Church can sleep and feed at once.

I saw the 'potamus take wing
Ascending from the damp savannas,
And quiring angels round him sing
The praise of God, in loud hosannas.

Blood of the Lamb shall wash him clean
And him shall heavenly arms enfold,
Among the saints he shall be seen
Performing on a harp of gold.

He shall be washed as white as snow,
By all the martyr'd virgins kist,
While the True Church remains below
Wrapt in the old miasmal mist.

27.11.07

sineklik taktım canıma

iki değişik tanrının oğlu boyadı bizi -diyecek sözüm yok-. çay demleyip daha nasıl kadın olunabileceğini öğrenemedim -avucumu yaladım-. Oradan kalktı o. sen burada dur hala. ucubeler asla akıttığı kanı yerde bırakmaz. evet cümlesini düzeltti muhtemelen ama sen yine de kanma -yüzünü yıkadı-. bu eğer senin için eskiden onun için olduğu gibi ise geçenlere duvarını açıp şölene davet et onları. kimse -hiç kimse- içmedi şaraptan yalnız ben içtim -çirkinim-. dar tünellerin -hepsinin- dibinde kilitlisin; bütün halinde. o kadar ki duvardaki yatağı algılayamadın. bana renklerde çabuk ölmek gerektiği öğretildi. ölmek bütün resimlerdeydi. üç günlüktü şarapların sonundaki hayal meyalim -balerini sen de gördün mü?-. şişeyi bardak sandığımdan anımsayamıyorum çok net -sen unutmazsın-. asılarak ölmeyi sevmedi, nasıl ölünebileceğini sorabileceğim öldü -tiksinç-. bir an benim için açıldığını sandım gözlerin.

22.11.07

çengelli iğne

Felaket! bir uçak göle çakılmamak için çabalıyordu. ama otobüsün üzerine düştü. saatlerce süren yangından kırmızı rujlu bir kız kurtuldu. dağın yamaçlarından taşlar düştü gürültüyle bir de sanki bir o eksikmiş gibi; felaket felaket üzerine. ateş üzerindeki çikolata gibi eridi; ortalık kahverengiye bulandı. kedilerin tırmaladığı yüzü kanıyordu kızın ama ruju hala kırmızıydı. çimenler bile yandı. kitap okurken yanmış biri: kitabı elinde. akan kanlar sıcak hala. yağmur da başladı.

Felaket! bir karavan denize düşmemek için çabalıyordu. ama o an oradan geçen trene çarptı. dakikalarca süren yangından mor farlı bir kız kurtuldu. toprak kayması başladı bir de sanki bir o eksikmiş gibi; felaket felaket üzerine. yağda kızartılan acı biberin yağı yakması gibi yaktı ortalığı, güneş doğdu. köpeklerin ısırdığı elleri kanıyordu kızın ama farı hala mordu. ağaçlar bile yandı. müzik dinlerken yanmış biri: kulaklıklar kulağında. cesetler soğuk. kar da başladı.

16.11.07

serpent in the sky

ne bu tarçın kokusu! insanın buzdolabı olası ya da kleptoman olup çakmak çalası geliyor. sıralanmış çakmak koleksiyonu bırakılması gereken kötü bir alışkanlık. buruşmuş sümüklüböcek kabukları -ki bunlar spiral olur- dalları olan ölü portakal ağacı üzerinde, odasından görülüyor. misinanın ucunda sallanırmış gibi duran demlik ve masanın üzerindeki yüzük masanın uzamasıyla büyük ve vişne çürüğü bir seyyar satıcı arabasına -eski satmak için araba- dönüşüyor, fincan kırılıyor. Mezarlıktaki siyah izleri mangalda yakılmış bir grup tahta kaşık oluşturmuş. güzel kahramanımız dövmesini sobaya vermiş, iki sandalye arasında oturup büyülü mumlarla yeşil küreyi yeşertiyor. kuru kilisenin şişman odasındaki tırnak izleri sisli bir edimsellikle böğürtlen kokuyor. yeni kokuları takip eden bir kedi deniz kenarına ulaşıyor. herşey yeşil ateşle beyazlaşınca karanlık çöküyor, parmak büyüklüğünde balıklar kül olup kıyıya vuruyor.

15.11.07

keyifsiz ve talihsizim

köstence
işkence
el pençe
çelik tencere
kapalı pencere
öyle bence de
unuttum trende