İlk belirtiler bel üşümesi ile ortaya çıktı. Sonra ilk fazla eforla yoğunlaşan bel ağrıları, yağmurdan önce garip diz ağrıları. Baktım herşeyin fazlası fazla gelmeye başladı. Artık o alçak kapının üzerinden atlayamıyordum, uçmaktan korkuyordum, kilo alıyordum, 2,5 porsiyon iskender yiyemiyordum, fazla içemiyordum, yüksek ses, kötü müzik, kalabalıklara tahammül edemiyordum, Belim üşüyordu ulan! Şaşkınlık. Sabahlamak en zoru, ne kadar uykusuz olursam olayım sabaha karşı 3'te kalkmak ise en sinir bozucusu, yaşlanıyordum.
Artık acelem var.
Bu içimdeki "stalker" ı uyandırdı, aceleci "pshyco" yu harekete geçirdi.
Geç kalmışlık hissi üzerime yapıştı; yandaki pencereden güneş vuran, beyazlar serili bir yatakta oynanmayı bekleyen saçlarımın kıvırcığı boşa gidiyor, buklelerin altında saklanan boynum öpülmeyi bekliyor, yumuşaklığını yavaş yavaş kaybeden ayaklarım başka bir ayağa değmeyi, içime biriktirdiğim cümleler söylenmeyi, sarılaşan dişlerim gülerek ortaya çıkmayı, yıllardır keşfettiğim, biriktirdiğim müzikler paylaşılmayı, okuduğum kitaplar tavsiye edilmeyi bekliyor. Aşka düşmeye, gezmeye, öğrenmeye, beslenmeye aç beyin kıvrımlarım huzursuz.
Yorganı çekiştirerek öbür taraf döndüğüm yatakta, güneş ışığının vuruşuyla daha bir görünür olan tozun havada uçuşması ve yavaşça yağması, o an, paylaşılmayı bekliyor. Kendime yetemiyorum, yalnız kalmak istemiyorum. Her geçen gün çok yazık. Kızgınım. Bazen de kırgınım. Her sabah kalkmak, o motivasyon gün geçtikçe kayboluyor. Önce şaşırıyorum sonra boşveriyorum, vazgeçiyordum.
İşte bu yüzdendir ki sadece 15 dakika gördüğüm, toplasan 18 cümle konuştuğum, hiç tanımadığım bir adamla Kapadokya'ya gitme hayalleri kuruyorum. Onun atmadığı her mesaj, o ana kadar geçen her süre beynimde çok yazık diye vurup duran metronomu hızlandırıyor. Daha hızlı yaşlanıyorum.
Cepkeninden saatini çıkarmış, kendine kendine söylenen beyaz bir tavşanında gayet net ve yerinde belirttiği gibi:
-Geç kaldım, geç kaldım!