21.8.07

what happened to the golden ball?


Gulietta'nın Prenses Leigh-Cheri'ye, Prenses Leigh-Cheri'nin de King County Hapishanesi'nde Bernard Mickey Wrangle'a nam-ı diğer Ağaçkakan'a anlattığı masaldır:

Bir zamanlar, çok uzun yıllar önce, insanın istediği şey için dilek tutmasının hala işe yaradığı günlerde bir kral yaşarmış. Kralın bütün kızları güzelmiş ama en küçüğü öylesine güzeller güzeliymiş ki, çok şeyler görüp çok azını unutmuş olan Güneş bile onun yüzüne her ışıdığında hayret edermiş.
Bu kızın çok beğendiği bir oyuncağı, tüm kalbiyle sevdiği altın bir topu varmış. Sıcak günlerde sarayın yakınındaki ormana gider, bol yapraklı bir ağacın gölgesinde altın topunu saatlerce havaya atıp tutarmış. Ormanda bir pınar varmış ve prenses genellikle pınarın başında oynarmış. Susayınca serin sudan içebilsin diye.
Günlerden bir gün altın top genç kızın küçük ellerine değil de yere düşmüş ve pınarın içine zıplamış. Top suya batarken prenses onu gözleriyle takip etmiş ama pınar çok derinmiş ve top çok geçmeden gözden kaybolmuş. Pınarın dibini görmek mümkün değilmiş. Bunun üzerine prenses ağlamaya başlamış, sanki küçük kalbi kırılmış gibi giderek daha yüksek sesle feryat etmiş.
Bu halde topunun yasını tutarken, gırtlaktan çıkan bir sesin kendisine seslendiğini işitmiş. 'Ey, kralın kızı, ne oldu? Daha önce hiç böylesine çok ağlayan birini işitmemiştim.'
Prenses sesin nereden geldiğini anlamakiçin etrafına bakınmış ama tek gördüğü, koca çirkin kafasını suyun dışında tutan bir kurbağa imiş. 'Ah, sen miydin, vırak vırak kardeş.' demiş prenses. 'İlla ki bilmek istiyorsan, ağlıyorum, çünkü harika altın topum pınara düştü ve öylesine battı ki, onu asla çıkaramayacağım.'
'Sakin ol, ağlama. Galiba sana yardım edebilirim. Oyuncağını kurtarabilirsem bana ne vereceksin?'
'Ah, ne olursa, ne olursa. En çok neyi istersen, sevgili kurbağa. Güzel elbiselerimi, incilerimi, at arabamı, hatta şu başımdak, mücevher kaplı tacımı bile.'
Kurbağa şöyle yanıtlamış: 'Elbiselerin, incilerin, hatta tacın bile benim hiç işime yaramaz ama bak ne diyeceğim. Eğer bana sevgi gösterip oyun arkadaşın ve eşin olmama izin verirsen, küçük masanda yanında oturup küçük tabağından yemek yememe, küçük bardağında su içmeme ve küçük yatağında yanında uyumama izin verirsen o zaman ben de doğru suyun dibine dalar, altın topunu geri getiririm.'
Prenses gözyaşı dökmeyi hemen bırakmış. 'Elbette, ' demiş. 'Elbette. İstediğin her şeyi yapmaya söz veriyorum, yeter ki topumu geri getir.' Ama içinden şöyle düşünmüş: 'Bu aptal yaratık amma saçma konuşuyor. Öteki kurbağalarla birlikte yüzüp vıraklamaktan başka bir şey yapabilir sanki, herhangi birinin eşi olabilir sanki!'
Ancak kurbağa prensesin söz verdiğini duyar duymaz yeşil kafasını suyun altına sokmuş ve pınarın içine dalıp gözden kayolmuş. Uzunca bir süre gibi gelen bir zamandan sonra sular sıçratarak geniş ağzında altın topla birlikte suyun yüzeyine çıkmış. Topu otların üzerine fırlatmış.
Kralın kızı topuna kavuştuğu için tabii mutluluktan uçmuş. Topu avuçlarıyla yakalamış, havaya atıp tutarak saraya doğru koşar adım uzaklaşmaya başlamış.
'Dur, dur!' diye bağırmış kurbağa. 'Beni de al. Senin kadar hızlı koşamam.'
Gelgelelim kurbağa boşuna yalvarıp yakarmış; çünkü ne kadar vırakladıysa da prenses hiç kulak asmamış. Telaşla evine doğru gitmiş, çok geçmeden zavallı kurbağayı tamamen unutmuş. Kurbağa tahminen pınarda yaşamayı sürdürmüş.
Ertesi gün prenses, kral ve maiyetindekilerle birlikte masada oturmuş, güzel bir akşam yemeği yerken mermer merdivenlerden hızlı ve hafif bir patırtı gelmiş, ardından kapının vurulduğu ve bir sesin bağırdığı işitilmiş: 'Kralın en küçük kızı, içeri al beni!'
Prenses gelenin kim olduğunu anlamak için haliyle kapıya gitmiş ama kurbağayı orada nefes nefese otururken görünce kapıyı yüzüne çarpmış. İçi epey huzursuz, yemeğinin başına dönmüş.
Onun biraz garip davrandığını ve kalbinin hızlı attığını farkeden kral, 'Evladım neden korktun? Kapıda seni alıp götürmek isteyen bir dev mi vardı?' demiş.
'Hayır.' diye cevap vermiş prenses. 'Dev değildi, iğrenç bir kurbağaydı sadece.'
'Öyle mi? Peki ne istiyormuş kurbağa?' diye sormuş kral.
Kralın en küçük kızının gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamış. Dayanamayıp önceki gün pınarın orada olan her şeyi anlatmış. Sözlerini bitirince 'Ve şimdi burada, kapının önünde, içeri yanıma gelmeyi istiyor.' diye eklemiş.
Sonra herkes kurbağanın yeniden kapıyı vurup bağırdığını işitmiş:

En küçük kızı kralın,
Açın kapıyı açın!
Ne söz vermiştin bana
Derin pınarın başında?

'Verdiğin söze saygı duymalı ve onu daima tutmalısın,' demiş kral sertçe. 'Derhal gidip kurbağayı içeri al.'
Bunun üzerine prenses gidip kapıyı açmış. Kurbağa içeri zıplamış, prensesi sandalyesine dek hemen arkasından izlemiş. Sonra başını kaldırıp ona bakmış ve 'Beni kaldır da yanına oturayım.' demiş. Ama prenses kral emredene dek onu yukarı kaldırmayı geciktirmiş.
Kurbağa sandalyeye oturur oturmaz masaya çıkamayı istemiş, masanın üzerine oturup acıkmış bir halde etrafına bakınmış. 'Tabağını birazcık yaklaştır da birlikte yiyelim.' demiş.
Prenses isteksizce dediğini yapmış ve kurbağa iştahla karnını doyurmuş. Prensesin ise lokmaları boğazına dizilmiş.
'Tıka basa doydum,' demiş kurbağa sonunda. 'Yorgunum. Beni odana taşıyıp yumuşacık yatağını hazırlaman gerek, ki yatıp uyuyabilelim.'
Prenses söylenmeye, inlemeye, ağlamaya, sızlanmaya başlamış. O soğuk, ürpertici kurbağayı güzel, temiz yatağında istemiyormuş. Kral ona kızmış. 'İhtiyacın olduğu bir anda ona bir söz vermişsin,' demiş. 'Şimdi ne kadar tatsız olsa da sözünü tutmak zorundasın.'
Prenses yüzünü korkunç bir ifadeyle buruşturup kurbağayı almış ve üst kata taşımış, onu bir köşeye pis bir çarşafın üstüne yerleştirmiş. Sonra yatağın içine girmiş. Ancak daha uykuya dalmadan kurbağa pıt pıt başucuna gelmiş. 'Beni yanına al, yoksa babana söylerim.' demiş.
Prensesin canına tak etmiş. Öfkeden deliye dönüp kurbağayı yakalamış. 'Hayatımdan defol, seni yapışkan kurbağa!' diye haykırmış. Var gücüyle kurbağayı duvara fırlatmış.
Kurbağa yere düşünce artık kurbağa değilmiş. Gözleri sevgi dolu, güzel gülümseyen bir prense dönüşmüş. Kurbağa prens, prensesin elini tutmuş, kindar bir cadının kendisine nasıl büyü yaptığını ve onu masum güzelliğiyle ancak prensesin kurtarabileceğini anlatmış. Sonra ona evlenme teklif etmiş, prenses de babasının rızasıyla onunla evlenmiş. Ve birlikte prensin ülkesine gitmişler, oranın kral ve kraliçesi olmuşlar, ondan sonra hep mutlu yaşamışlar.

No comments: